Wittgenstein "Düşüncenin sınırları, dilin sınırlarıdır." demiş. Genelde böyle şeyler söyleyen birisi Wittgenstein. Yanda da bize nah yaparken görüyoruz kendisini.
Beşeri bilimler veya kabala uzmanı sayılmam ama, evrenin kelimelerden yapılmış olduğu, veya evreni anlamak için elimizde kelimelerden başka bir araç olmadığı, hatta evreni kelimelerden bizim yarattığımız ve de insanın bütün sosyal yapılarının (construct'ı çevirebilen beri gelsin) kelimelerden ve dilden inşa edilmiş olduğunu söyleyen pek çok, bunu biliyorum.
Peki evreni dilden gayrı algılamak ve düşünmek mümkün müdür? İşte bu sıcak yaz aylarında beni lanetleyen 10 türlü düşünceden biri de bu. (Herkesin kendine göre derdi var.)
Örneğin
Pinker, "
The Language Instinct" kitabında, insanın düşünmek için öncelikle "mentalese" (zihince?) adı verilebilecek, bilinen herhangi bir dilden olmayan bir ön-dilde tasarımlar yaptığını, daha sonra bunları insan diline dönüştürdüğünü iddia ediyor. Güzel de ediyor. Zaten "
Blank Slate" kitabında da, sosyal bilim yobazlarının nasıl nörobilimi 40 sene kendi doktrinleri uğruna sakatladıklarını yazmıştı. (Evet Albayım!) Bu "mentalese" tartışmasında son noktayı koymaktan uzağız, ama herhalde nörobilim araştırmalarından gelecek verilerin, (ki niceliği de büyük olacak) felsefeciler tarafından yorumlanması gerekecek. Bottom line: İnsanlık, çok gerisin.
Saylonlular çok yaşa.
Ruh makinasının çarkları,
Sefer Yetzirah'daki üç harften mi,
DNA'mızın kodlandığı dört harften mi mürekkeptir? (
TA TA TA TAA [Beethoven makamında söylenecek]) Madem her birşey, baştan kelamdı, elbet bunu bir söyleyen de olmalıdır. Mıdır? Ha?
Burada amacım, evrenin bir yaratıcı tarafından yaratıldığını düşündüğümüz eski güzel günleri yad etmek ve sizlerde bir nostaljiya husule getirmek değil. Judeo-hristiyan köktenciler "akıllı tasarım" gibi Arçelik reklam kampanyası tadında kampanyalarla bunu yeterince yapıyorlar. Caveat Emptor! Ürünlerinde domuz yağı olabilir.
Yoksa biz bu kelimelerin söyleyicisini geriye doğru mu icat ettik diyorum. (Albayım sana söylüyorum, okuyucu sen anla) Velhasıl; bu eski hikayeleri bize eskiden beri nasıl düşünmeye alıştığımızı hatırlatmaya yarıyorlar diye koydum. Bir de bütün batı düşüncesi, bütün yan ürünleriyle, mezopotamyalı katiplere dayanıyor diye düşünüyorum. Yoksa bize ne Rabbi'lerin şeylerinden, Prag'a gider, bir tavan arasında gizledikleri Golem kalıntılarına bakarım, hem de gezerim, bu sıcakta Wikipedia karıştıracağıma.
Gelgelelim:
Satir
(Konuyla biraz alakasız ve de Levent Kırca'msı ufaktan
Ancaak;
Blog dediğimiz şey iki günde unutulur,
Utanmam ben de olacak o kadar yazımdan)
Metafiziğin bir alt dalı olan doğa felsefesi, kendi metodundan iyiden iyiye emin olup "Bilim" dediğimiz şeye evrilmiş. İyi de olmuş nitekim, ben de bir çeşit bilim adamıyım zaten. Ancak bilim adamları kötü felsefe eğitimi aldıklarında, bilgilerini hakikat zannetmeye başlıyorlar(Vay ibneler!). Ama bu bilim Golem'lerinin alın yazısından bir harf silmeye gelmez, kil topağına dönüşüverirler. Hem konuşmayı bilen Golem yapmak kötü bir fikir değil midir?
-Peh, böylesi de çok post modernist oldu.
-Ama felsefe bilseydik belki onlara karşı koyabilirdik albayım, hem şiir bile yazdık.