Gün geçmiyor ki İstanbul'da bir film festivali yapılmasın sayın seyirciler. Kültür sanat dünyamızdan en son haberleri sizlere getirmeyi borç bilen ben, bu yazıyı en güncel film festivali haberleriyle donatmaya karar verdim.
Elimizdeki en güncel festival haberi ise 20. İstanbul Film Festivali'ne ait, yani sizleri -sıkı durun- 2000 yılına geri götürüyoruz.
O yıl oldukça meşum bir yıldı. Üniversitede sınıfta kalmıştım. Zaten daha 2000 yılına giremeden hayvan gibi deprem olmuştu. Yeni milenyuma Replikas dinleyerek girmiştik ve Taksim meydanında birazdan bahsedeceğim filmdeki sirke benzer bir hava vardı. Yani gelişinden ne menem bir şey olduğu belli bir yıldı.
Evet üniversitede sınıfta kalmıştım. Ve bunu ikisi hariç bütün dersleri geçerek yapmıştım, ayrıca ortalamam 100 üzerinden 74'tü. Artık üniversiteleri eskisi gibi yapmıyorlar sayın seyirciler, bizim zamanımızda bu şekilde sınıfta kalmak bile mümkündü. Kaldırım taşlarının altında kumsal vardıydı o zamanlar. Velhasılkelam, önümde bütün bir yıl, ve sadece devam zorunluluğu olmayan iki ders vardı.
Sanırım bu sebepten, o yıl film festivalinde üzerinize afiyet 17 film seyretmişim. Yani sanırım 17 film seyretmişim. Şimdi katalogdan bakıp da hatırlayabildiğim kadarıyla öyle. O kadar filmden sonra kafa biraz bulandıydı. O yıl festival daha mı mümbitti, yoksa ben mi duygusallaşıyorum emin değilim, ama filmler şahaneydi bence.
O kadar film seyretmiştim, ancak aşağı yukarı dünyanın en güzel filmi diyebileceğimiz, Bela Tarr'ın Werckmeister Harmoniak adlı filmini kaçırmayı başarmışım. Adeta bütün derslerden geçip sınıfta kalır gibi, festivalin tamamını emip, bu filmi görmemişim. Hayvan ben. Öküz ben. Kırbaçlayın beni Fraulein!
Yayın hayatına başladığından beri, digression hastalığından muzdarip olan "Öldüren Şaka" bakalım şimdi nereye gidiyor sayın seyirciler. Genç efendi Tristram'ın hayatı ve görüşlerini konu alan filmlerin de yayınlandığı film festivalleri diyarında sanırım kayboluyoruz. Ve fakat evet! Minörler tükendi, macarlara yolculuk. We karşınızda, Werckmeister armonileri.
Ortalama 100 dakika süren bir amerikan filminde kimi zaman 10000 çekim bulunur. Yani kameranın kaydetmeye başladığı anla, başka bir kameranın kaydettiği şeye geçilen an arasındaki zaman parçasından, dakika başına 100 tane. Benim bahsedeceğim film 145 dakika, ve 37 çekim içeriyor. Alışkın olmayan popüler sinema izleyicisini öldürebilecek uzunlukta sekanslar. Böylelikle, filmde bir şey olduğu zaman, gerçekten olmuş gibi yüreğinize oturuyor. Televizyonda olmuş gibi değil, gerçek insanlara bakıyormuşsunuz gibi.
Filme adını veren Werckmeister, bir melodinin enstrüman topluluğu tarafından ahenk içinde çalınması, ve değişik aralıklara transpoze edilebilmesi için gerekli, ancak notaların gerçek değerlerinden uzaklaşılması ile mümkün olan bir akort düzenini icat eden bir müzik bilimcisi. Bach'ın eserlerinde bachsettiği iyi huylu klavsenin, iyi huylu olmasını sağlayan kişi yani.
Aynı zamanda müzikal ahengin, gezegenlerin dönüşleri ile bir ilişkisi olduğunu, yani semavi kürelerin ahengi, müzikal armoni ve tanrının buyrukları arasında bir ilişki olduğunu düşünen biriymiş.
Filmde de bir Macar kasabasındaki ahenk bozukluğu konu alınıyor. Başlangıçta çok belirgin değilken, giderek artan bu fenalık, en sonunda tam bir güneş tutulmasına dönüşüyor diyebilirim. Spoiler olmasın, şeker de yiyebilsinler.
Belki de filmdeki olaylar, Avrupa'nın pagan geçmişi ile, birleştirici bir unsur olan Hristiyanlık arasındaki, hala devam eden gerilime işaret ediyordur. Kim bilir...
Festivalde "Karanlık Armoniler" diye tırışka bir isimle oynamış. Bari "Sevimli Afacan Görev Başında" olsaymış. Biliyorum dünyanın bir yerinde, bu filmi bu isimle gösterip, bahane olarak da "insanlar anlamazdı" bahanesini kullanan birileri var. Buradan ciğerimin yettiğince onlara hönkürüyorum; "Anlıyoruz! Wikipedia diye bir şey var!"
Son olarak, hepsini seyretmiyorsanız bile, ilk 10 dakikasını seyredin şu filmin, YouTube'da var. Link koymam beyhude, siz bir yolunu bulup açarsınız.